İstanbul, tarihsel, sosyal, ekonomik, kültürel özellikleri ile sadece Türkiye’nin değil dünyanın önemli yerleşmeleri arasındadır. Karadeniz ile Marmara Denizi arasında, Boğaziçi ile Haliç kıyısında ve çevresinde yer alan İstanbul farklı medeniyetlere ait kültürel mirasa sahip eşsiz kentlerden biridir.
Kentin tarihi, Marmaray Projesi kapsamında gerçekleştirilen arkeolojik kazılarla, şimdiye kadar bilinenlerin ötesine geçerek 8000 bin yıl öncesine uzanabilmiştir. İstanbul, yüzyıllar boyu süren, arda arda gerçekleşen eklemlenmelerle, günümüz sınırlarına ulaşmıştır. Ancak 19.yüzyıla kadar, kentten söz edildiğinde anlaşılan, Haliç’in batı yakasındaki, yarımada, diğer deyişle Tarihi Yarımada/Suriçi olmuştur. Kent, önceleri Bizantion adı ile anılmakta ve Sarayburnu’nda sur ile çevrili küçük bir alanı kapsamaktadır. Bizantion, Roma döneminde, 2.yüzyılda, biraz daha genişletilerek Septimus Severus Suru ile çevrelenmiştir. Roma başkenti olduğunda, 4.yüzyılda, Constantinus tarafından yaptırılan sur ile kent büyütülmüştür. Son olarak 5.yüzyılda, II.Theodosius, kendi adı ile anılan kara surunu yaptırarak, kenti yüzyıllarca tanımlayacak olan son sınırına getirmiştir. Bizans ve Osmanlı başkenti olarak Constantinople/İstanbul tüm kurumları ile yüzyıllarca bu alanda, Tarihi Yarımada/Suriçi’nde yer almıştır.
İstanbul, 18.yüzyıldan itibaren farklı bir yaklaşımla ele alınmaya başlanmıştır. Batılılaşma, asrileşme modernleşme olarak adlandırılabilen bu dönemde, sosyal, ekonomik, kültürel olarak yeniden yapılanma söz konusudur. Bu dönemde kentsel mekânda çok önemli yeri olan ulaşım, haberleşme, eğitim, sağlık, yönetim, sanayi, alış-veriş ve eğlence yapılarının ve modern kentsel dokunun ilk örnekleri oluşmuştur. İstanbul’un modern kent dokusu öncelikle Pera/Beyoğlu’nda yer almış, sonraları Haliç, Boğaziçi, Üsküdar, Kadıköy, Bakırköy bu sürece dahil edilmiştir. Bu değişim/dönüşüm halen devam etmiş, çağın gereksinimi olan kentsel donatılar ile kent günümüz sınırlarına ulaşmıştır.